Tarihi Eserler

Zanaatlar Müzesi

Zanaatlar Müzesi

Silahtar Mustafa Paşa Kervansarayı giriş kapısının iki tarafında mükemmel kâgir altışar kemerli dükkânlar bulunmaktadır. Bu dükkânlar Battalgazi Belediyesi tarafından Malatya’nın kültürel dokusunu yeni nesillere aktarmak amacıyla ana teması eski mesleklerden oluşan bal mumu heykellerin yer aldığı Zanaatlar Müzesine dönüştürülmüştür. Müzede; Semercilik, Kalaycılık, Demircilik, Marangozluk, Yemenicilik, Nalbantlık, Osmanlı Kahvecisi, Berber(Hallak),Yorgancılık, Sahafçılık gibi meslekler yeniden hayat bulmuştur.


SEMERCİ:   Eskiden göçebe toplumlar, yolcular, kervanlar ve seyyar satıcılar eşya ve yüklerini semerli hayvanlarla kolaylıkla taşıyorlardı. Semer sayesinde hayvanların vücudu hem soğuktan korunuyor hem de taşıdıkları yüklerin onlara zarar vermesi engellenmiş oluyordu.  Ayrıca semer atlarda kullanılan eyerin de görevini üstlendiğinden insan taşınmasına da olanak sağlıyordu. İşte semerin bu geniş kullanımından dolayıdır ki semercilikte en gözde mesleklerin başında geliyordu.


KALAYCILIK: Eskiyen ve yıpranan bakır kap ve kacağın toz nişadır yardımıyla kalay ile kaplanması işlemini yapan zanaatkârların genel adı olan genel adı olan kalaycılığın M.Ö. 3000’li yıllara dayanan bir tarihçesi bulunmaktadır. Yakın zamana kadar seyyar olarak da icra edilen kalaycılık mesleği 3 temel esas üzerine kuruludur. Bunlar; tavlama, temizleme, kalaylamadır.

DEMİRCİLİK: İnsanlık tarihinde de Türk tarihinde de demircilerin toplumdaki yeri özeldir. Mesleğin piri Davut Peygamberdir. Demirci çoğu kez bilge ve yol gösterici olarak karşımıza çıkar tarih sayfalarında.  Demirciliğin öyküsü medeniyetlerin öyküsüdür. Medeniyet bir demirci ustasının elindeki çekiç darbeleriyle şekillendi. Çelik oldu adalet için, keskin kılıç oldu, orak oldu bir çiftçinin elinde arpa oldu buğday oldu ve dağı eritti bir usta hürriyete destan oldu. Tarihin bildiği devirden beri Türklerin yaptıkları büyük fütuhatta en büyük rol oynayan iki sanatları olmuştur. At yetiştirme ve madencilik bilhassa demircilik.   Türk, Çin, Arap tasrih ve coğrafya kaynaklarının hepsinde Türklerin atalarının demirci olduğundan bahsedilmektedir. Firdevs’inin Şehname’sinde Türk ordularının demirden çelikten kurulmuş bir ordu olduğu anlatılmaktadır.

MARANGOZ:  Ağaç ürünlerini istenen ölçülerde istenen biçimde işleyerek yeni bir ürün meydana getiren marangozluk mesleği usta-çırak ilişkisinin en güzel örneklerinden birinin görüldüğü el sanatımızdır. Selçuklu ve Osmanlı devleti zamanında en önemli esnaf teşkilatlarından biridir. Yıldız sarayında kendine özel Tamirhane-i Hümayun adında bir marangozhane yaptıran Sultan 2. Abdülhamit marangozluğu ile bilinir.

YEMENİCİ: Yemeni ilk defa Yemenide Yemen-i Ekber isimli biri tarafından yapıldığı için bu adı almış, buradan Halep’e oradan da Anadolu’ya yayılmıştır. Oldukça sağlıklı bir ayakkabı olan yemeni üstü deri, altı kösele veya gön olan hafif ve topuksuz bir ayak giysisinin usta ellerde bir sanata dönüştürülmesidir. Yemeniciliğe “köşgercilik” yemeni dikenlere ise “köşger” denilmektedir.


NALBANT:  Binek hayvanlarına bağlı olarak ortaya çıkmış bir sanat olan nalbantlık demircilikle birlikte gelişmiştir. Eski dönemlerde hayvanların ayaklarına ve toynaklarına keçe, kalın bez ya da köseleden yapılan ayaklıklar takılırdı. Dayanıksız olan bu ayaklıkların yerini zamanla madeni nallar aldı. 

20. yüzyılın ilk yarısına değin önemini koruyan nalbantlık, askerlikte at ve katırın taşıdığı önemden dolayı hemen bütün ordularda uzun yıllar nalbantlıkla ilgili birimlere yer verildi. Örneğin Osmanlı ordusunun nalbant gereksinimini karşılamak için 1888’de Askeri Baytar Mektebinde modern nalbantlık dersleri verilmeye başladı. Kurtuluş savaşında da Konya’da nalbant yetiştiren bir okul açıldı. Türkiye ‘de 1960’lı yıllara değin kırsal kesimdeki en itibarlı mesleklerden biri olan nalbantlık, teknolojinin gelişmesiyle birlikte eski önemini kaybetmiştir.


OSMANLI KAHVECİSİ: Dünyaya yayılıp tanındığı adıyla Türk kahvesi Türkler için kültürel geçmişin, sosyal tarihin ayrılmaz bir parçasıdır. Osmanlı İmparatorluğunun esas olarak 16. yüzyılda tanıştığı kahve, zamanla sosyal hayatın önemli bir parçası olmuş, dost meclislerinde kendisine yer bulmuş konukların ağırlanmasında başrolü oynamış, edebi hayatın önemli imgelerinden birine dönüşmüştür. 

Geleneksel Türk kültürünün en güzel ve en özel alışkanlıklarından biridir. Yemek sonrası hiçbir tat onun yerini dolduramaz. O, soluklanmak için bir mola, keyifli sohbetlere hoş bir vesile, ağır bir yemeğin ardı sıra mideyi rahatlatacak bir tat. Dünyaya armağanımız olan, sıcak bir içecekten ziyade örf ve adetlerimiz içine yerleşen bir kültürdür. O, beş asırlık alışkanlığımız; Türk Kahvemizdir…

BERBER(HALLAK): Osmanlıda berberler çocukları sünnet eder, hacamatın her türlüsünü yapar, kan çıbanlarını yarıp temizler, dişçilik yapar; hatta sülük bile tutarlardı. Hz. Muhammed’in sakal-ı şerifini kesen Selman-ı Farisi olduğu için berber dükkânlarında “ Her seher besmele ile açılır dükkânımız Selman-ı Farisidir pirimiz üstadımız.” Yazan bir levha vardır. Cumhuriyetten önce berberlere perükar deniliyordu. Osmanlı berberleri seyyardı kahvede sokakta tıraş ederler evlere servi s yaparladı.


YORGANCILIK: Eski Türkçede “yapurgan”  “yavurgan”  şeklinde kullanılan yorgan sözcüğü örtünmek anlamına gelmektedir. Pirinin Hallacı Mansur olduğu söylenen ve geçmişte önem verilen mesleklerden biridir yorgancılık. Evliya Çelebi’ye göre yorgancılar atlas, diba, ipek kumaşlardan yaptıkları yorganlar ile alet ve edavatlarını ellerine alarak geçit törenlerine katılırlardı.


SAHAF: Sahaf kelimesi Arapça suhaf sözcüğünden gelmiştir. Selçuklu Devleti zamanında başlamış. Osmanlı Devleti zamanında en güçlü ve yaygın halini almıştır. Osmanlı Devleti esnaf teşkilatları içerisinde lonca teşkilatına mensup olan sahafların birde kendilerine has tellal ve kâhyaları vardı. Osmanlının ilk başkenti olan Bursa ilinde doğan sahaflık, ikinci başkent olarak kabul edilen Edirne’de gelişerek günümüze kadar gelmiştir.